Balık ve Evcil Hayvan


Pancu ve Nouma'ya...

Bu aralar evde bir hayvan besleyesim var.
Aslında daha önce birkaç evcil hayvan besleme denemem olmuştu. İki kere muhabbet kuşu, bir kere de balık beslemiştim. Kuşlara pek bakmayınca annem bıkıp başkalarına vermişti. Kuşlara valideden izin yok. Hem çok ses çıkarıyorlar zaten ben de istemem şimdi. Hamster alasım var ama faregillerden annem pek hoşlanmıyor. En sevdiğim hayvan olan koala alsam diyorum, koyun koyuna uyuruz sabah-akşam ama o da bir tek Avustralya'da var. Geriye tek seçenek kalıyor: Balık. Fakat önceki balık besleme maceramdan ötürü karar veremiyorum.

Aslında güzelcene geçinip gidiyorduk elemanlarla, hiçbir sorunumuz yoktu. Her gün yemlerini veriyordum Pancu'yla Nouma'nın, onlarda melül melül bakıp ağızlarını oynatıyorlardı. Zaten o yüzden severim balıkları. Sesi soluğu çıkmaz hayvancıkların, istersen sabaha kadar konuş. "Sen ne diyorsan öyledir abi" modunda dinlerler insanı. Neyse İstanbul'un bizi nemdem boğduğu sıcaktan bunalttığı klasik yaz günlerinden birinde, dışarı çıkarken masada duran kolonya şişesi çarptı gözüme. Çıkmadan iki damla süreyim de rahatlayayım dedim. Elime dökerken kaçırdığım ayar, şişeden çıkan kolonyanın yarısının sağ elime yarısının da Nouma'yla Pancu'nun olduğu cam fanusun içine dökülmesine neden oldu. Aslında başta tırstım fakat bir iki dakika bekleyip olağandışı bir hareketlenme olmadığını görünce içim rahat bir şekilde dışarı çıktım. Dışarıda yürürken "tüh be biraz da beyaz peynirle kavun atsaydım keşke" diye aklımdan geçirirken, o aralar alkol komasına girdiklerinden haberim dahi yoktu. Eve geri dönüp suyun üstünde duran cansız bedenleriyle karşılaştığımda bir hüzün kaplamıştı içimi, vicdan azabıyla beraber.

Şimdi düşündüğüm soru şu.
Birkaç balığın daha günahına girip girmemek mi, yoksa aksine iki balık alıp adlarını Pancu ve Nouma koymak mı?

Takipteyiz


Bitime 5 kala finish düzlüğüne gelindi. Sıralama büyük ölçüde şekillendi. Şampiyonluk için bir boy gerideyiz, takipteyiz.


Şampiyonluk hasretiyle çok çile çektik
Geceleri uyumadan sabahlar ettik

Uçurumlara düşmeden tut elimizi

Şampiyon ol Beşiktaşım mesut et bizi

Bekle Beni İzmir

Sağolsun federasyon kupa finalini İzmir'e aldı. Haziranda yapmayı planladığım İzmir gezisini mayısa çekmek farz oldu. Bir taşla iki kuş. Hasta çökel olmazsak, kaza bela yaşamazsak 13 mayısta İzmirdeyiz. Tek mi yoksa yiğenlerle cümbür cemaat mi gideceğiz orası belli değil şimdilik. İşi olanların izin alabilmelerine bağlı. İşsiz olmanın da arada faydaları oluyormuş demek ki.
Sezen'in mayısta çıkacak albümünün adıymış, Ayşe Özyılmazel öyle demiş. Çoğunlukla diğer sanatçılara verdiği -kurşuni renkler, uslanmadım, takvim, kaçak, kibir vs.- şarkıların olduğu, biri slow diğeri hareketli şarkılardan oluşan iki cd'lik bir albümmüş. İki tane de yeni şarkı varmış "pardon" ve "itirafçı olma sakın" diye. İkincisinin müziği de oğlu Mithatcan'a aitmiş. Ne diyelim bekliyoruz. Birçoğunu çeşitli şekillerde dinledik gerçi Sezen'in sesinden ama albüm performansı nasıl olacak bakalım. Albümün ismine takıldım ben yalnız. Yakıştıramadım Sezen'e böyle 2'li falan bir albüm adı. Daha güzel bir isim bulabilirmiş sanki.

Youtube'dan mp3'e

Tam da aradığım şeydi aslında. Videonun sesini kaydet, sonra onu mp3'e çevir uğraştırıyordu. Bu siteye videonun youtube linkini yazıyorsunuz o size mp3 linkini hazırlıyor. Ayrıyetten myspace, dailymotion, vimeo gibi diğer birçok video sitesi linklerini de kullanabiliyorsunuz.

http://www.vidtomp3.com
Sözlüğün son fenomeni. Enteresan bir site. Üyelik falan hiçbirşey yok. İlk girişinizse hemen bir isim bir tip seçiyosunuz. O dövüşüyor siz seyrediyorsunuz. Şu sıralar içimde oluşan şiddet hissine de iyi geldi. Aslında gayet hümanist bir yapım vardır ama şiddete meyyalim valllahi dertten.

http://matias-emilio.mybrute.com/

Bu linkten karakterinizi oluşturarak, hem çekirgem olup hem de sensei'nize kafa göz dalabilirsiniz.

Kördüğüm

Öyle uzak ki yerim, uzakları aşıyor
Bütün özlediklerin benden ayrı yaşıyor

Ya herşeyim ya hiçim
Sorma dünya ne biçim
Bir kördüğüm ki içim
Çözdükçe dolaşıyor

Gülben Ergen'in son albümünden bir parçaymış kördüğüm, her yerde çalıyor son günlerde. Sağda solda bazı bölümlerine kulak misafiri olduğumu saymazsak dinlemedim hiç. Lakin adını sık sık duymaya başlayınca bana Hümeyra'nın kördüğümünü hatırlattı. Yalan yok, ben de ilk Aslı'dan dinledim. Sonradan öğrendim Hümeyra'nın şarkısı olduğunu. Normalde bir şarkının ilk olarak orjinal halini dinlemesem dahi ona alışır kulağım, sonrasında orjinali bile kulağımı tırmalar. Bu şarkıda öyle olmadı yalnız. İlk olarak Aslı'dan dinlesem de Hümeyra daha güzel söylemiş sanki.

Sözlerine gelirsek çok yalın, bir o kadar da dolu. Özlediklerinin uzakta olduğunu belirtme ihtiyacı hissetmiş. Bu felsefeye göre birilerini özlemek için illa da onun uzağında olmak gerekmiyor ki şahsi kanaatim de bu yönde. Belki de ordan kapmıştır şarkı beni, bilemedim şimdi.

Hümeyra'nın sesinden.......Aslı'nın sesinden...

Diyek

Türkiye'de İstanbul ne ise
İstanbul'da gece ne ise
Gecede yürümek ne ise
Yürürken düşünmek ne ise
Seni unutmamacasına düşünmek ne ise
Unutmamanın anlamı ne ise
Seni sevmek ne ise
Saklayayım söyleyeyim derken birden aşka düşmek ne ise
Her neyse...

Özdemir Asaf

Tatlı Rüyalar


Yazarı Alper Canıgüz. İlk olarak takip ettiğim bir blogda yazarın bir yazısına rastladım. Sonra yeni duyduğum herşeyde olduğu gibi ekşi sözlükte bir araştırma yaptım. İyi yorumlar vardı. Kitaplarına netten bakınca başka bir blogda yazardan ve kitaplarından övgüyle bahsedildiğini hatırladım. Okumaya karar verdim. Genel olarak beğendim. Aslında anlatması zor bir kitap. Türünü hatırlatmak değişik bir kitap olduğu hakkında yeterli bilgiyi verir sanırım: Psiko-absürd romantik komedi. Türünün hakkını vermiş diyeyim ben. Tarzı hoşuma gitti. Eğlendim okurken. Güldüğüm çok yer oldu. Hamit-Hector ve özellikle profesör-öğrenci diyalogları oldukça güzeldi. Hoşuma giden kısımlarından bir-iki tanesi:


- Sizin kafanız çok karışmış. Şöyle bir örnek vereyim: Bir ayı görüp adrenalin salgılıyorsunuz ve buradan da her adrenalin salgıladığınızda bir ayıyla karşılaşacağınız sonucuna varıyorsunuz.


- Bu sorunun farkındayım ama aklıma daha iyi bir yöntem gelmiyor.Ne de olsa ortada bir ayı falan yok, her şey benim kafamın içinde başlayıp bitiyor.'Belki de insan korktuğu için kaçmıyor, kaçtığı için korkuyor.' diyen William James değil miydi?

-----

O aralar bir kitapta kendisininkine benzer şifreli alfabeleri çözmenin basit bir yolu olduğunu okumuştu. Kitapta anlatılan yönteme göre, yazının yazıldığı dilde en çok kullanılan harfler şifreli metinde en çok kullanılan karakterlerin yerine yerleştiriliyor ve bu şekilde metin yavaş yavaş çözülüyordu.

Değişik Bir Matematik

Kelimeleri matematiksel işlemlerle anlatmaya çalışmışlar. Hoş olmuş. İngilizce kelime haznesini genişletmeye de birebir. Daha fazlası burada.



Garip vol II

Son yazıda konudan konuya atlamaktan bahsedince başka bir olay geldi aklıma, sık sık başıma geldiğinden yazayım istedim. Böyle yine birşeyler düşündüğüm anlarda bir konudan başka bir konuya atlarım. Onun içeriğinde geçen başka birşeyden başka bir konuya dalarım. Böyle devam ederken bir bakarım kelalaka bir konuya gelmişim. Sonra ben bu konuya nerden geldim diye adım adım geri gitmeye çalışırım lakin ne mümkün. Belki bir iki konu geriye gidebilirim, fazlası değil. Düşün düşün deliririm ama bir türlü bulamam o konuya nerden geldiğimi. Olayın insanı daha da delirten tarafı ise, olayı unuttuktan belki birkaç saat belki de birkaç gün sonra aklımda bile değilken düşünmeye başladığım o ilk konunun aklıma gelip, "evet, o an düşünmeye bu konudan başlamıştım" demek oluyor.

Velhasıl çok fena bir durum çok, deli ediyor insanı. En az sözlerini hatırlayıp melodisini hatırlayamadığınız şarkıyı senkronize bir şekilde söyleyememek kadar deli ediyor.

Garip

İnsanoğlu garip. Çok alakasız olaylar arasında bağıntı kurabiliyor bilinçsizce, yeter ki bilinçaltında canı istesin. Ya da ben garibim bilemiyecem artık orasını. Bu kanıya nerden vardığıma gelecek olursak son zamanlarda telefonu evde unutma hastalığı baş gösterdi bünyede. Sadece geçen hafta üç kere telefonumu evde unuttum. Çok konuşmasam da her zaman yanımda olur telefon. Birinin arayıp da bana ulaşamaması pek olası değildir. En kötü açamayacak durumdayımdır, meşgule veririm. Öyle -evde dahi- telefonun sesini kısıp bir köşeye atanlardan değilim yani. Var öyle ciğerlerimiz, kardeşlerimiz sağolsunlar. İnsanı deli etmeye birebirler.

Neyse geçen bu unutkanlığın sebebini düşünürken, cevap Turkcell'den geldi.


"Değerli müşterimiz x ayı kullanımınız 12.5 tl yi geçmediğinden faturalandırılmamıştır. 12.5 tl'yi geçmeyen faturalar 3 ayda bir faturalandırılmaktadır."

Ben bu mesajı bir yerden hatırlıyorum dedim kendi kendime. Sonra mesajlara bakınca gördüm. Son 4 ayda 3 kere gelmiş aynı mesajdan. Neden 4'te 4 olmadığı da mesajda yazıyor zaten. Hadi kimse aramıyor, ben kimseyi aramıyorum da birkaç mesaj bile mi gelmez yahu. Turkcell'i arkadaş etmişiz kendimize çektiği mesajları bile silmiyoruz. E telefonu kullanmaya kullanmaya da unutacak raddeye gelmişiz dolayısıyla. Bunların üstüne üniversite günlerim geldi aklıma. Nerde o 40 liradan aşağı gelmeyen faturalar dedim, şöyle bir iç geçirdim eski günleri yad ettim. Bir hüzün kapladı bedeni. Ne günlerdi be dedim. Hepi topu iki sene oldu okul biteli ama değerini anlamak için yetti de arttı bile o iki sene.

Kısacası istediği, özlediği bir şeyi illa her an düşünmesine gerek yok insanın. Aradan beriden, kıyıdan köşeden en alakasız detaylardan dahi aklına geliyor. Dedik ya, yeter ki canı istesin.

1 Nisan

Yazı sevmem. Sonbaharı eh işte. Kışı severim. Ama en çok da ilkbaharı severim. Kelime anlamı itibariyle de harbi bahar ilk olana denk düşüyor zaten. Herşeyin orjinali bir nevi.

Hiç sevmem yazın sadece bir t-shirtle dışarı çıkmayı, elim kolum bomboş gezmeyi. Ha keza kışın da hareket kabiliyetimi kısıtlayan, az yürüsen terleten, az hareket etmesen üşüten montlarla kaşkollarla gezmeyi. Gezmenin tadı en güzel baharda alınır. Hava ne terletecek kadar sıcaktır, ne de üşütecek kadar soğuk. Giyersin gömleğini sweatini, yanına da alırsın bir hırka bir ince kazak artık kolunda mı taşırsın, boynuna mı bağlarsın sana kalmış. Hele de denize yakın bir yerledeysen püfür püfür eser hava, içinde hissedersin o rüzgarı. Yaşadığını hisettirir insana.

Aslen bahar mart ile başlıyor tabi herkesin bildiği üzere. Fakat bahar martla gelmiyor pek. Adına sözler söylemiş atalarımızı yalancı çıkartmıyor sağolsun. Birgün buz gibi esen hava, ertesi gün ışıl ışıl oluyor. Sabah açan güneşe güvenip ceketle çıktığınız eve akşam üst baş gayet ıslak bir şekilde dönebiliyorsunuz. Nisan öyle mi? Baba bir getiriyor güneşi götürebilene aşk olsun, taa ekime kadar.
Baharı getiren ay olması hasebiyle nisan da sevdiğim bir ay oluyor haliyle. Belki de en sevdiğim aydır, üzerine düşünmedim pek. Nisanı başlattığı içinse 1 nisan da sevdiğim bir gün oluyor doğal olarak. Belki de en sevdiğim gündür, onun da üzerine düşünmedim pek :)

1 nisan denince bir de şaka günü meselesi var tabi. İlkokul 4. sınıfta masınıf komşu sınıfla yer değiştirdiğimiz saymazsak pek içinde olmadım böyle işlerin ne etken ne de edilgen olarak. Lakin fala inanma falsız da kalma düsturundan yola çıkarsak dikkatli olmak yine de. Bazen öyle şakalarla karşılaşıyor ki insan, üzerinden yıllar geçse de kendine gelemeyebiliyor.
  • İş dünyasına adımımızı attık mart ortası itibariyle. Stajımsı birşey de olsa önemli olan o havayı biraz solumak bittabi. Eh amacımız da o zaten, zira boş cv'ye kimse iş vermiyor hele ki bu zamanda.
  • Saçları kestirmeyeli tam -günü gününe- 9 ay olmuş. Oynayıp şekil vermeyeli ise bir 5-6 ay olmuştur heralde. Saçımla oynamayı özledim lan.
  • Kurs haftaya bitiyor. Nisan 10 itibariyle -askerliği saymazsak- kesintisiz 18 yıl süren öğrencilik hayatıma noktayı koyuyorum. Artık resmen işssizim.
  • Geçen hafta yiğenim evlendi. Daha önce de yaşıtım, arkadaşım veyahut akrabam birileri evlenmişti fakat kendini bildin bileli birşeyler paylaştığın insan olunca aynı zamanda bu şahıs, değişik oluyormuş hissedilen duygular. Her ne kadar sevinsen de olabildiğince, bir acıyor insanın içi nedensiz yere, giden erkek olsa bile. Belki de bir daha eskisi gibi olmayacak diye bazı şeyler. Kafada gaipten sesler dolanmaya başlıyor ayrıca "la yoksa yaşımız gelmiş mi?" diye.

Not: Hayır arkadaşım kendimle çelişmiyorum. Ben işe iş demem iş maaşlı olmayınca. Ve evet yeğenim değil yiğenim. Tam da okunduğu gibi, tam da ona hitap ettiğim gibi.
top