Mustafa



Millet olarak derin bir tarihe sahibiz. Bu tarihin sayfalarında muhteşem zaferler ve olağanüstü kişilikler var. Hatta bu zaferlerin birçoğu sadece bizim tarihimizde değil dünya tarihinde dahi önemli yerler tutuyor. I. Dünya Savaşı'nın kilit lokasyonu Çanakkale'nin geçilmez olduğunu bizden çok İngilizler, Anzaklar biliyor. İstanbul'un Fethi, Kavimler Göçü ve Fransız İhtilaliyle birlikte yeni bir çağ açan üç tarihi olaydan bir tanesi. Her zaman düşünmüşümdür. Böyle bir tarih başka bir milette olsa -misal Hollywood'uyla rakipsiz Amerika'da- kaç kez filmleri yapılmıştı acaba.

Ve Mustafa Kemal Atatürk...Onun değerini bizden çok dünya biliyor. Gelmiş geçmiş en büyük liderlerden biri olduğunu herkes kabul ediyor. O tüm umutlarını yitirmiş, artık topraklarının yeni yöneticilerini bekleyen bir milleti çöktüğü yerden tekrar ayağa kaldırmaya kendisini adamış bir lider. İmkansız gibi görünen bu işi onlarca olumsuzluğa rağmen başaran ve sadece ayağa kaldırmakla kalmamış kısa zamanda yaptığı sayısız devrimle "muasır medeniyetler" seviyesini yakalamayı kendine amaç edinen yepyeni bir devlet kuran bir lider.

İşte Mustafa onun hayat hikayesini Selanik'ten Dolmabahçe'ye anlatan bir film. Projenin başında duyulduğunda pekde şaşırılmayan bir isim var: Can Dündar. Sarı Zeybekle Atatürk'ü bize en iyi şekilde aktaran Can Dündar'ın projede aktif rol alması filme beslediğim umutlarımı daha da arttırıyor. Filmin müziklerinin altında imzası olan isim Goran Bregovic. Atatürk gibi balkan kimliğine sahip Bregovic'in varlığı kendini oldukça hissettirmiş. Fragmandaki balkan ezgili müzik gerçekten çok etkileyici. Fragmanlarını izleyip tüyleri dikenleşmeyen, vücüdu sıradan bir film fragmanına verdiği tepkiyi veren kişinin Türklüğünden şüphe ederim şahsen. Can Dündar'ın dediklerine bakılırsa Atatürk'ün bugüne kadar anlatılmamış insani yönlerinin ön plana çıkacağı bir film olacak. İsminin neden "Mustafa" olmasıyla ilgili verdiği bir cevap ise çok hoşuma gitti. Diyorki Can Dündar:
" 'Kemal' ve 'Atatürk' onun sonradan edindiği isimler çünkü… 'Mustafa'da biz, onun en yalın haline ulaşmaya çalıştık. Onu sadece annesinin çağırdığı isimle hatırlamak ve hatırlatmak istedik."

G.O.R.A ve Recep İvedik'i çok severim, aklıma estikçede açar izler tekrar tekrar gülerim. İlk çıktığında gidip gülüp gülüp üç ay sonra "ıyygh bunamı gülüyorsunuz" diyen entellerden değilim. Lakin eğer mustafa bu filmler kadar izleyici sayısına ulaşamazsa, gerçekten bir yerlerde çok ciddi sorunlarımız var demektir.

Fragmanlar ve her türlü bilgi için http://www.mustafa.com.tr/

Beşikten Musalla Taşına



Beşiktaş'lı olmam beni tanımaya başlayan birisinin hakkımda ilk öğrendiği şeylerden biri olmuştur her zaman. Beşiktaşlılık bir nevi üst kimlik benim için, son ayların moda deyimiyle. Aileden böyle yetiştim ben, babam sağolsun. Gittiğim ilk maçı hatırlamıyorum bile. Babam anlatır. Hatırladığım ilk maç 15 Ekim 1989 etiketli. Adanademirspor desem futbolla ilgilenenler hatırlıcak zaten. Bilmeyenler için kısa bir hatırlatma yapalım. Beşiktaş'ın 10 - 0 kazandığı, futbol tarihine geçen bir maç. İlk buluşmamızı unutmamam için fazla çalışmış anlaşılan kartalım.

O günden itibaren her gün büyüyen bir sevgi var içimde. Öyle bir sevgi ki, anlatmak çok zor. Futbola ilginiz ve hatta bir kulübe gönül bağınız yoksa anlamak daha da zor. Öyle bir sevgi ki bu size getiriden çok götürüsü olur. Pazartesi haftaya nasıl başlayacağınıza o karar verir mesela; mutlu veya mutsuz, asabi veyahut keyifli. Hafta sonlarını iple çektirir. Maç günü maç saatini beklemek, buluşacağınız yere sevgilinizden önce gidip onu beklemekle eşdeğerdir. Onunla buluşacak olmanın verdiği heyecan, ya görüşemezsek diye hissettiğiniz endişe ve onu gördüğünüz an bedeninize sığmayan çoşku.

89-92 arası kazanılan ard arda 3 şampiyonlukdan ve elimizden paralarla alınan 4. şampiyonluktan sonra ilk şampiyonluğumuz 95-96 sezonunda gelmişti. O sezondan itibaren çok bekletti bizi kartalım. 100. yılımızda 2003'de geldi ondan sonraki ilk ve ne yazıkki son şampiyonluğumuz. Ergenliğimi ve gençliğimi kapsayan son 12 seneye sadece iki şampiyonluk sığdırabilmişti kartalım. Ama dedim ya o günden beri her gün büyüyen bir sevgi var içimde, bir türlü gelmeyen başarılara inat günden güne eksilmeyen aksine daha da artan bir sevgi bu. Sevdiğiniz halde size yüz vermeyen aşık gibi yapmıştı bizi kartalım. Daha çok tutuluyoduk ona günbegün. Sevinmek için sevmemiştik ne de olsa...

Bu sevgiyi hala anlamayanlar bir de şu pencereden baksınlar. Kendimi bildim bileli ailemle beraber her dönemimi yaşayan yegane varlık Beşiktaş. Düşünün.. İlkokulda, ortaokulda, lisede yaşadığınız onca anı ve insanı düşünün. Neredeler şimdi? Kaçı yanınızda? Ya tüm bu tecrübelerle gidilen üniversite? Mezuniyet gününüzü hatırlıyomusunuz? Ne demiştiniz arkdaşanıza? "Bu sefer ayıramayacak hayat bizi. Hem artık büyüdük. Sınıf veya okul arkadaşlığı değil bu. Hayatı paylaştık seninle, öyle kolay kolay kopmayız." Nerde şimdi o arkadaşlar. Bir elin parmaklarını geçmiyorlar değil mi -o da aynı şehirden arkadaş bulacak kadar şanslıysanız-. Peki ya bundan sonrası? Büyük ihtimalle ailenizde yalnız bırakıcak sizi ilerde. Yani standart bir hayat yaşarsanız hayatınız boyunca yanınızda olacak yegane varlık, siz birakmazsanız tabi. Bu yüzden Beşiktaşlılık bana babamdan kalan miras değil, oğluma olan borcumdur, onu hayatı boyunca bırakmayacak...

Kara bir yaz daha bitti ve şükür Allah'a bir kez daha kavuştuk kartalımıza. Her sezon gibi bu sezonda ümitilyiz. Son yıllardaki en zayıf tarafımız olan defansataki sorunlarınıda halletmiş bir takımla geliyoruz. Orta sahasını güçlendirmiş, forvet hattına kaptanlık pazubandlarıyla beraber sorumluluk ve yüksek motivasyon vermiş bir takımla geliyoruz. Zapoyla, Sivokla, Toramanla, Telloyla, Holoskoyla, Boboyla, Delgadoyla ve büyük takım tecrübesini kazanan Ertuğrul Sağlam'la geliyoruzz.. Sıkı durun.. SAĞLAM GELİYORUZ...

Merhaba

Bu işe daha önceden başlamamış olmamın en büyük nedenlerinden biri birşeyler anlatmak için insan seçmem sanırım. Konuşmaktan fazla hoşlanmadığım için olabildiğince az şey söyleyerek -böyle olmamda üşengeçliğiminde biraz payı var sanırım- anlatacaklarımı bitirip bi an önce susmuş olmak. Hal böyle olunca bişeyler anlattığım insanın hayatımı biliyor olması gerekiyor ki, anlatıklarımdan birşeyler çıkarabilsin.

Aslında şöylede açıklayabiliriz. Birşeyler anlatmak için hep hayatı daha çok paylaştığım insanları tercih ettim. Anlattıkça paylaştığım şeyler doğru orantılı olarak büyüdü. Paylaştığım oran büyüdükçe daha çok şey anlattım. Ve hayatımda iki tip insan oluştuğunu farkettim. Hakkımda çok şey bilenler ve çok şey bildiğini sanıp pek de birşey bilmeyenler. Amacım hayli büyüyen bu uçurumu makul bir seviyeye getirmek. Bu blog tabii ki bu uçurumu azaltmayacak fakat en azından kendimi insanlara anlatmak konusundaki amatörlüğümü yenmeme yardım edecektir
top