Peki

3. kez çalıyordu telefonunun alarmı ve bu artık kalkması gerektiği anlamına geliyordu. Her gece kalkması gerektiği andan yarım saat öncesine kuruyordu saatini. O onar dakikalık iki uyku seansı uykusunu almasını sağlıyordu, en azından psikolojik olarak. Lakin bu sabah uykusu ağır bastı ve okula gitmemeye karar verdi. Bir kaç dakika sonra, küçük kardeşini okula yollayan annesi onu kaldırmak üzere başına geldiğinde, bugün dersin önemli olmadığını ve okula gitmeyeceğini söyledi yavaş fakat annesinin duyabileceği bir ses tonuyla. Tüm bunları yaparken göz kapakları hiç açılmamıştı. 'Peki' deyip uzaklaşırken annesi, onun kadar iyi biliyordu okula gitmeme sebebinin uyku düşkünlüğü olduğunu.

Bir sure sonra telefonuna gelen kısa mesaj sesiyle uyandı. Kısık gözlerle baktığı telefon ekranındaki mesaj onu yormayacak cinstendi. Gönderen kısmında Ecem, mesaj kısmında ise 'dersten sonra bulusalım?' yazıyordu, zira o saatte derste olması gerekiyordu. Uykusunu aldığını hissetti bir anda. Gönderen kısmında Ecem yazısını gördüğünde almamasına da pek imkan yoktu zaten. Cevabı yazarken uzun zamandır gitmedikleri mekanları aklına geldi. 'Tamam, yerimizde' diye cevapladı ve yatağından kalktı, yetişmesi için öyle olması gerekiyordu. Daha yarım saat önce yatağından kaldıramadığı oğlunun, şarkılar söylerken hazırlandığını gören annesi için bu halinin sebebini tahmin etmek çok da zor olmamıştı. Sadece 'Allahaısmarladık' derken gülen gözlerini görmesi bile yeterdi. Çünkü o annesiydi, oğlunu en az onun kadar iyi tanıyan.


'Tamam, yerimizde'
derken kastettiği yer Beşiktaş iskeledeki çay bahçesiydi. Onlar için özel bir yerdi. Durağa doğru ilerlerken gördüğü çiçekçi, içinde bir çiçek alma isteği uyandırdı. Alıp almamakta tereddüt edince sık sık yaptığı üzere kararı hayata bırakmayı tercih etti. Eğer durağa ulaştığında bineceği otobüs, DT1, ilk üç otobüsten biri olursa çiçek almayacaktı. DT1 ilk üçe giremediği takdirde ise geldiği sıra alacağı çiçek adedini belirleyecekti. Yani ya almayacaktı ya da en az dört tane alacaktı.


Çay bahçesinin önündeki çınar ağacına geldiğinde sağına soluna bakındı. Bakışlarında şaşkınlık ve merak vardı. Çünkü bir yerde buluştuklarında hep bekleyen olan Ece, henüz gelmemişti. Karşıdan gelen insanları süzen gözlerinin, siyah uzun saçları altında beyaz atkısını sarınmış Ece’sini farketmesi pek de uzun sürmedi. Yanına geldiğinde öperken farkettiği düşünceli yüzünü ise günlük sıkıntılara yordu. Denizin kenarındaki masa boştu, oraya oturdular. Garson yanlarına gelip menüyü uzatmak istediğinde kendinden emin bir tavır ve güleç bir suratla 'Bize iki ıhlamur' dedi.


Bu çay bahçesi onlar için özel bir mekandı. İlk tanışmaları arkadaş ortamı sayesinde burada olmuş ayrıca ilk yalnız gittikleri mekan yine bu çay bahçesi olmuştu. Buraya her zaman gelmezlerdi. Sık gelirlerse özelliğini yitireceklerine inanırlardı. Buraya aşk tazeleme, o ilk günlerdeki mutlululukları anma gayesiyle gelirlerdi ve amacına ulaşmadıkları bir gün henüz olmamıştı. O ilk gün herkes siparişini verip en sona Ece’yle ikisi kaldığında, ne içeceği hakkında kararsızdı ve kararı yine hayata bırakmıştı. Adını bilmediği kız ne isterse o da aynısından isteyecekti. O gün hafif grip olan Ece ıhlamur isteyince kendisine dönen garsona 'Aynısından' demişti. Öyle dediği anda o tanımadığı kızın ona dönüp hafif gülümserken attığı bakış o saniyede pek bir şey ifade etmese de, Ece’ye duyduğu aşkın "o an"ı olarak hafızasına kazınacaktı. Bunun için oraya gitmek başlı başlına bir ritüelken, ıhlamur içmek de bu ritüelin bir parçasıydı.


'Biri çay olsun lütfen' dediğinde Ece, şaşırmıştı ve garson önünde düştüğü durum nedeniyle içten içe de kızmıştı. Ama belli etmedi, garsonun arkasından lafını dahi açmadı. Düşünceli haliyle bu isteğini birleştirince bir gariplik olduğunu sezmişti fakat üstüne gitmeyip kendisinin anlatmasını bekledi. Bahsettikleri gündelik olaylardan sonra Ece çayının son payını yudumladı, 'Birşey anlatacağım' dedi. Zaten bu anı beklediğinden birşey söylemedi. Onu dinlediğine dair vücut pozisyonunu almakla yetindi.


'Bir kaç haftadır düşünüyorum. Artık bir karara vardım. Bu ilişkiyi bitirmeye karar verdim. Bu konuşmayı da yapmak çok zor inan bana. Onun için fazla konuşamıyacağım. Bariz sebepleri olmasa da rahatsız olduğum küçük detayların fazlalığıydı beni bu karara iten. Seni ve beni düşündüm, herşeyiyle. Seninle olmayacağına karar verdim. Sorun senden çok bende belki de. Sen tanıdığım en iyi insanlardan birisin. Dediğim gibi belki de sorun hepten bende, bilemiyorum. Sen çok iyi bir insansın, fazla iyi. Üzgünüm.
'

Dağılmıştı. O günün sıradan bir gün olmadığını davranışlarından zaten hissetmişti. Ama bu kadar olağandışı olacağını tahmin bile edemezdi. Ece’nin bu konuşmayı yapacağından habersiz olarak bu mekanı seçmesi ise kimine göre tesadüftü, kimine göre kader. Ece söyleyeceklerini söylemiş, onun ağzından dökülecek cümleleri bekliyordu. Böyle kuru bir ayrılık konuşmasına hangi cümlelerle cevap vereceğini kestiremiyordu. Beklerken yüzünün aldığı ifadede korku ve kabullenme ifadesi ön plandaydı.


'Peki' diyebildi sadece, Ece’nin onun hakkındaki fikirlerini doğrularcasına. Başka bir şey dökülmüyordu ağzından. Hem ne söyleyebilirdi ki zaten Ece cümlelerini düşündüm’lerle değil de karar verdim’lerle bitirken. O denize doğru bakarken, Ece ona bakıyordu. Uzun bir sessizlikten sonra tekrar Ece’ye döndü. Sessiz geçen bir bakışma faslından sonra daha konuşmayacağını anlayan Ece, 'Kendine iyi bak' deyip masadan ilk ayrılan oldu. O ise tekrar denizi izlemeye koyulurken bir ıhlamur daha istedi. Yarım saat sonra masadan kalktığında geride bıraktıkları kültablasının altına sıkıştırılmış adisyonun yanında bir on lira, yarısı içilmemiş bir ıhlamur bardağı ve iki adet beyaz karanfildi. Hikayeleri başladığı yerde bitmişti.

0 bıdı bıdı:

top